Çocuklarda özgüven



   Özgüven, biz insanlar için çok önemli bir duygusal gerekliliktir; aynı zamanda kendimizi ne kadar önemsediğimizi ve değer verdiğimizin göstergesidir.Her duyguda olduğu gibi özgüven duygusu da zamanla değişkenlik gösterebiliyor.Yaşadığımız olaylar, çevremiz bizdeki duygusal değişikliklere yol açabiliyor.Kendimizi iyi hissettiğimiz dönemler ve hissetmediğimiz dönemler olabiliyor.Eğer iyi hissetmeme durumu çoğunluktaysa. İşte bu ruhsal dengemizi sarsabilir.
    Şu bir gerçek ki özgüven, doğuştan sahip olunabilecek ve kolay erişilebilecek bir duygu değildir.Özgüven sahibi olmamız ya da olmamamız yaşadığımız aile koşullarına ve çevresel faktörlere bağlıdır. Bizler, toplum yaşantısında içgüdüsel olarak yanlış birşey yapma korkusuyla düşüncelerimizi bastırmaya çalışırız. Maalesef bunu çocuklarımıza da yapabiliyoruz. Onlar yanlış bir şey yapmasınlar, herkes tarafından mükemmel gözüksünler diye bir çok şeyi onların adına konuşuruz, işlerini hallederiz, yeri gelir eleştiririz. Bizler çocuğumuzun kendi kendilerine yapabilecekleri şeyleri yaparak onlara iyiik yaptığımızı düşnuruz.Fakat maalesef onlara zarar veriyoruz. Anne babasının her işini yaptığını gören çocukta ileride problem çözme becerisi eksik olabiliyor.
    Sizlere kendimden bir  örnek vermek isterim; oğlum iki üç yaşlarında iken üstünü kirletmesin, lekeli bluzla misafirlikte oturmasın diye yemeğini hep ben yedirirdim.Ya da düşmesin canı acımasın, düşerse aile büyükleri bizi eleştirmesin diye hep elinden tutarak yürütürdüm. Sonrasında bunun ne kadar yanlış olduğunu fark ettim. Oturduğu yerde bizim yemek yedirmemizi bekler hale geldi, asıl üzüldüğüm; üzerine en ufak bir şey döktüğünde “üstüm lekelendi” diye soylenip ağlamaya başlaması oldu.
    Ben, yaptığım davranışın yanlış olduğu bilincine çok çabuk vararak, ona üstüne bir şey dökülebileceğini bunun gayet normal olduğunu söyleyip bir süre lekeli kıyafetlerini hemen değiştirmemeye başladım.Ona hata yapabileceğini, hataların biz insanlar için olduğunu yaşadığı her hayal kırıklığında anlattım.Çok şükür ki her zaman sevildiğini hisseden, kendiyle barışık , sosyal ve sevgi dolu bir çocuk öldü.
Biz bilinçli ebeveynler olarak özgüven eksikliği ve bastırılma duygusunun çocuklarımızda nelere yol açtığını biliyoruz. Üç dört  yaşlarında başlayan özgüven gelişimi çocuğumuzun mutlu olmaması ve kendisini değerli hissetmesi için çok önemlidir. Yapacağı her harekette başkasının onayına ihtiyaç duyan, mutsuz çocuklar yetiştirmemek için bizlere bazı görevler düşüyor;
-Beklentilerimiz gerçekleşmese dahi, doğruları ve yanlışlarıyla onları  sevdiğimizi göstermeliyiz.
-Aşırı korumacı,mükemmelliyetçi ya da eleştirisel olmamalıyız.
-Kendi yapabilecekleri şeyleri yapmalarına izin vermeli ve ardından  başardıkları için takdir etmeliyiz.
-Çocuğumuzun yaşına uygun sorumluluklar vermeliyiz.
-Aile olarak birbirimize güvendiğimizi hissettirmeliyiz.
-Yanlışlarını onun kişiliğini zedelemeden söylemeliyiz.
-Ardaşlarıyla, kuzeniyle ya da komşunun çocuğuyla kıyaslamamalıyız. Kıyaslanan çocuk onları geçmek için adeta yarış atına döner ve bu onda mutsuzluk yaratır.
Sevgili anneler, hadi gelin önce kendimizi eğitelim ve çocuklarımızı özgüveni yüksek, mutlu bireyler olarak yetiştirelim. Mutlu ebeveynler, mutlu çocuklar!

çocuklarda kriz anı


   Çocuklarımızı büyütürken çeşitli dönemlerden geçeriz. Bebeklik döneminde, zaman çabucak geçsin, hemen konuşmaya ve yürümeye başlasınlar diye gün sayarken bir bakmışız ki bize takır takır cevaplar vermeye hatta isteklerini söylemeye başlamışlar bile.
    Tüm çocukların birbirinden farklı karakterleri ve yapıları olsa da, okul öncesi ve sonrası geçiş dönemlerinde yaşadıkları stres, korku ve başarabilme endişesi gibi nedenlerden dolayı ani öfke nöbetleri, inatlaşma ve ağlama krizleri hepsinde olabiliyor.
    Benim beş buçuk yaşındaki oğlum Emir’in bebeklik dönemi, her çocukta olabilecek zorlukları saymazsak, çok sakin geçmişti. Eğer istediği şey yapılabilecek makul birşeyse babasıyla ben mutlaka yerine getirmeye çalışırız. Bu sebepten midir bilmem, şuanda da uyumlu, paylaşımcı ve gözü tok bir çocuk. Mesela oyuncakçıya gidip bir oyuncak seçer ve çıkar, gördüğü herşeyi istemez, karşısındakinin iyi niyetini suistimal etmez. Fakat Emir”in de her çocuk gibi kriz anları çok oluyor. İsteklerini genelde yapıyor olmamızın olumsuz etkileri de oldu. İsteğini yerine getiremeyeceğimiz bir durum olduğunda,  “hayır” kelimesiyle karşı karşıya  kaldığında aşırı sinirlenip ağlayarak istediğini yaptırtmaya çalışıyor.Her istediğini şimdiye kadar  yapıyor olmamız birşeylerin olamama ihtimalini düşünememesine neden oldu. Bu kriz anlarında sakince yanına eğilerek, bu şekilde konuştuklarından birşey anlamadığımı ve sakinleşince konuşabileceğimizi söyleyip bir beş dakika uzaklaşıyorum. Hatasını anlayıp özür dilediği zaman ona sıkıca sarılarak affettiğimi söylüyorum.Fakat özür dilemesinin ardından aynı tepkileri vermeye devam ederse, özür dilemesinin de bir anlamı olmayacağını belirtiyorum.
    Çocuklar bazen kendi hayal ettikleri şeyle gerçekte olanı karıştırırlar.Hayal dünyalarında çıkamadıkları için sizin öfke anında söylediklerinizi de anlamazlar. Eğer konuşmaya çalıştığınızda dinlemeyip ağlamaya devam ediyorsa sizde bir adım geride durmayı deneyin.Bu, sizin de öfkenizi kontrol altında tutabilmenizi sağlar. Çocuğunuz ağlarken ve bağırırken siz de sesinizi yükseltirseniz,hem size anlamayacak hem de onda travma etkisi yaratacaktır.
     Biraz vakit geçtikten sonra ellerini tutarak ya da sarılarak konuşmaya çalışın.Duygularını ifade etmesine izin verin ve hoşgörülü olun. Sizin için çok değerli olduğunu, mutlu olması için elinizden geleni yaptığınızı fakat bu istediğini suan gerçekleştiremeyeceğinizi sakince anlatın. Çocuklarımız için ebevynleri tarafından her zaman sevileceklerini bilmek ve değerli olduklarını hissetmek öfke ile baş etmelerinde büyük rol oynayacaktır.

hayal dünyası


   Bütün çocuklar hayal kurmayı sever.Özellikler üç dört yaşlarında, hayal ile gerçeği, yalan ile doğruyu ayırt edemedikleri için daha sık hayal kurarlar ve bunu gerçekmiş gibi anlatırlar. Biz anne babalar ise onların hayal dünyasına girip kimi zaman bir peri, spiderman,uçan kartal ya da araba olabiliyoruz.
    Bu oyunlar zaman geçtikçe yerini oturdukları yerden zihinlerinde kurdukları hayallere  bırakıyor.Bu noktada iyi bir oyun arkadaşı olmak kadar çok iyi bir gözlemci de olmak gerekiyor.Ben de her zaman oğlumla oyunlar oynamaya, onun hayal dünyasını beslemeye gayret etmişimdir.Fakat bazı konuşmalarında hayalden çıkıp gerçeklerle yüzleştirmem gerekebiliyor.
    Örneğin; geçtiğimiz günlerde “Anne yan binadaki çatıda marftılar kavga ediyor” dedi. Baktım, evet çatıda martılar vardı ve onların seslerinden kavga ettiklerini düşünmüş olabilir. Ardından “Bak kedi de var” dedi. Ben gülümseyerek “Şaka yapıyorsun dimi, çatıda kedi olmayacağını ikimizde biliyoruz” diye yanıt verdim. Bi başka gün ise, “Okulda top oynarken topa çok hızlı vurdum ve topu uzaya kadar yolladım” dedi. Böyle birşeyi dikkat çekmek için de konuşmuş olabilir fakat benim aklımı kurcalayan hayal dünyasının bu kadar geniş olup olamayacağıydı. Onların hayalerinin ne kadar sağlıklı ya da kabul edilebilir olduğunu ise uzmanlarımız ile görüşerek ve bu konu hakkında makaleler kitaplar okuyarak öğrendim.
    Çocuklarda hayal kurmanın gayet sağlıklı olduğunu, hatta gelişim süreçlerinde mantık kuralları sınırlarına çıkarak yaşam deneyimi kazanmalarını sağladığını öğrendim. Hayallerinin yardımıyla korkularıyla başa çıkabilir, daha sabırlı olmayı öğrenebiliyorlar.Ayrıca  hayal dünyası geniş olan çocukların hiç hayal kurmayan çocuklara göre çok akademik olarak çok daha fazla başarılı olduğu  gözlemlenmiş. Çocuk gerçek hayattan kopma noktasına gelmediyse,arkadaş ve sosyal ilişkileri normalde korkacak birşey olmadığını duyduğum anda rahat bir nefes aldım.
    Çocuğumuzun hayali bir arkadaşı hatta hayali bir hayvanı olabilir.Zaman zaman bir yere gitmek, başka yerde yaşamakla ilgili hayaller kurabilir.Büyüyünce ne olacağını düşünüp sizin hiç aklınıza gelmeyecek senaryolar yazabilir. Bu tarz hayaller pedagoglar tarafından gayet normal karşılanıyor. Fakat suna dikkat etmeliyiz ki,zamanla belli hikayelerden yaşadığı bir olaydan korkmuş olan çocuklar hayal dünyalarına da bunu yansıtabiliyor.Mesela, “Bak şimdi canavar gelir” tarzı bir söylemle korkutulmuş olan çocuk aynı şekilde atrkadaşlarına şaka yaparak “Canavar” kelimesini korkutma aracı olarak kullanabilir.Ya da ailesine öfkeli olan çocuk, oyun oynarken dövüşe ve savaşa yeltenip, aile bireylerine duyduğu öfkeyi ortaya dökebilirler.Eğer çocuğunuzun bu tip öfke duyduğunu gösteren hayaller kurduğunu gözlemlerseniz, tam olarak onu öfkeye iten unsurları belirlemeye çalışıp bir uzman yardımı ile bu korkularını ve öfkesini yenmesine yardımcı olabilirsiniz.Bu noktada onu bir spora ve hobiye yönlendirmek, gerçek hayatta bir başarı sağlamasına yönelik çalışmalar yapmak içinde bulunduğu öfke ortamından onu uzaklaştıracaktır.     

Farklılıkları sevgiyle kucaklayın


    Hepimiz kendimize has kişilik özellikleriyle dünyaya geliriz.  Farklı karakterlere sahip olmamız bizi başkalarından ayırır.Güler yüzlü ya da melankonik olmak, sınırlı ya das akın, içe dönük veya dışa dönük olmamız gibi her türlü özellik bizim karakterimizi belirliyor.
    Karakter yapısı bir kişisel özellik olduğundan daha doğmadan belirlenmiş haldeymiş. Ben de bunu öğrendiğimde tıpkı sizler gibi şaşırmıştım. Genlerinimiz sahip olduğumuz birçok kişisel özelliği belirliyor. Erken çocukluk döneminde de bazı özelliklerin eklenmesiyle karakterin büyün bir kısmı 6-7 yaş civarında tamamlanmış oluyor.
     Çocuklarımız da tıpkı bizler gibi farklı karakter yapılarıyla dünyaya geliyor.Bazı çocukların genleri anne ve babalarına çok benzer olasa da birçoğunda karakter ve zevkler farklılık gösterebiliyor.Örneğin; çok sakin, süslü giyinmeyi,makyaj yapmayı çok seven bir annenin, tam tersi hiç süslenmeyi sevmeyen erkek oyuncaklarıyla oynamaktan mutlu olan, herşeye aşırı tepkiler gösteren bir kız çocuğu olabiliyor.Aynı şekilde erkek için de bunun tam tersini düşünebiliriz.
    Çocuğumuzun kendine has karakteri,yapısı ve mutlu olduğu şeyler vardır.Aynı zamanda bizden olduğu kadar arkadaş çevresinden de etkilendiğini unutmamak gerekiyor.Özellikle okul önce eğitiminde aile okul ve arkadaş faktörlerinin çocuğun karakterinin belirlenmesinde çok fazla önemli rol oynadığı ispatlanmış.
      Halk arasında dilimizde dolaşan “Annesinin kızı”, “Babasının oğlu” gibi cümleler aslında çocuğumuzun ne kadar da kendimize benzemesini istediğimizin bir göstergesi.Fakat onlarda olumlu ve oumsuz birçok karakter özelliklerine sahip ve bunlar tamamı ile bizim özelliklerimize benzemiyor.Eğer çevreyi rahatsız etmediği ve kendisine bir zarar vermediği sürece  çocuğumuzun sivri yanlarını biraz törpüleyerek uyumlu bir hale getirebiliriz. Olumsuz özellikleri rahatsızlık verecek ve kendine zarar verecek boyutta ise bir uzman desteği almakta fayda var.
    Fakat şu bir gerçek ki, anne baba olarak çocuğumuz bizden farklı düşünüyor ve farklı yapıda özellikler sergiliyor diye onu değiştirmeye çalışmak hiç bi rise yaramayacağı gibi onun bizden uzaklaşmasına da yol açabilir.
    Gözlemler ve yapılan araştırmalar sonucunda ortaya çıkmış ki  6 yasin altındaki çocuklarda karakter oluşumunda en önemli olanın, sevgi, birlikte oyun oynamak,çocukla tensel temas kurmak olduğu görülmüş.Anne ve babası güzel bir dille konuşan, sevgiyle büyüyen çocukların ruhsal ve fiziksel gelişimlerinin de sağlıklı olduğu ortaya çıkmış.
    Görülen o ki, tek başına sevgi bile birçok olumsuzluğun önüne geçebilecek güçte. Karşılıksız, kayıtsız ve şartsız sevgi ile, herhangi bir koşula bağlamadan, çocuğumuzu kimseyle kıyaslamadan, her özelliği ile kabul etmek çok önemli.
   Çocuklarımız biz nasılsak öyle hareket etmeye başlar, bu yüzden onları eleştirmeden önce kendimizi ve davranışlarımızı değiştirmeliyiz.

OLUMLAMA

    Günlük hayatımızda farkında olmadan birçok olumsuz cümle kurarız ve bunları bilinçaltımız otomatik olarak kaydeder.Karamsarlığa kapılır, hayatta her şeyin kötü gittiğine inanmaya başlarız.Biz buna inandıkça da negatif olaylar karşımıza çıkmaya devam eder.
    Hayat, bizim kendimize verdiğimiz değer üzerinden hareket eder.Sesli olarak seslendirmiş olduğumuz düşüncelerimiz ve konuştuklarımız hayat akışımızda çok önemli bir rol oynar.Bir şeyi ne kadar inanarak ve sesli olarak istersek ona ulaşmamız o kadar yakın olacaktır.
Davranışlarımızı yöneten bilinçli zihin değil, bilinçaltı zihindir. Peki hayatımızda var olmasını istediğimiz şeyler için bilinçaltımızı nasıl hareket geçireceğiz?          Olumlama, bu yönde bizim bilinçaltımıza ulaşmamızı sağlayan bir araçtır. Adından da anlaşılacağı gibi ; olumlu cümleleri ardarda tekrarlamak olumlamanın temelini oluşturur.Olmasını istediğimiz şeyleri olmuş gibi hayal edip  kendimizi buna inandırıyoruz ve bunu her gün kendimize hatırlatıyoruz .Dolayısıyla olumlama yaparak bilinçaltımıza gönderdiğimiz mesajlar bir süre sonra gerçekleşmeye başlıyor.
   Burada önemli olan olumlama yaparken içine kattığımız duygudur. “Ben bunu söylüyorum ama olması çok zor veya imkansız” gibi düşüncelere kapılmamak gerekiyor. Geçmişte benim de bu yanılgıya düştüğüm zamanlar oldu , istediklerimin gerçekleşmesi için gerçekten inanmam gerektiğini aldığım eğitimlerden sonra ve deneyimlemelerimle anladım. Duygusuz ve inanmadan yapılan olumlamalar maalesef olumlu bir etkiye yaratmıyor.
Olumlama cümlelerinizi kendi isteklerimize göre hazırlayabilirsiniz.Bunun birkaç basit kuralı vardır.
-Cümleleriniz “Ben” sözcüğü ile başlamalıdır.Bu kelimeden sonra söyleyeceğiniz her sözcüğü bilinçaltınız emirmiş gibi algılar.Örneğin; “Ben çok sağlıklıyım.”
-Cümleler geniş zaman kipinden oluşmalıdır.Mesela, “Ben çok güzel yemek yaparım” gibi..
-Mümkün olduğunca kısa ve net cümleler kurmalısınız.         
           
-Olumlama cümlelerini bir kağıda yazıp gün içinde göreceğiniz bir yerde bulundurmalısınız.Aklınıza geldikçe tekrar etmeli ve istediğinizi gözünüzde olmuş gibi canlandırmalısınız.
-En önemli olumlama kuralı ise, cümlelerinizi 21 gün boyunca tekrar etmektir.Beynimiz 21 günde yeniden programlanıyor ve formatlanıyor.Bu Kuantum ve Newton’un da desteklediği bir kuraldır. Siz kendinize format atabilme yeteneğine sahipsiniz. Terk etmek istediğiniz bir davranışın yerine koyduğunuz yeni inancı tekrar ediyorsunuz, 21 günün sonunda bunu bilinçaltınız kabul ediyor.

Hayatta herşey değişir bunu unutmayın. Şu anki şartlarınız ve içinde bulunduğunuz durum ne olursa olsun siz istemeye ve inanmaya devam edin, mucizelerin  gerçekleştiğini göreceksiniz.

YAŞAYAN SANAT ESERLERİ

 Dünyaca ünlü "Street Art " sanatçısı Kelsey Montague geçtiğimiz günlerde ilk kez İstanbul"a geldi. Resimlerindeki üç boyutlu derinlik efektiyle tanınan Kelsey, New York"ta çizdiği bir resmin önünde Taylor Swift'in poz vermesiyle daha da ünlenmişti.
İstanbul Zorlu Center' da dev duvar resmini görmeye ben de oğlum Emir ile birlikte gittim.Resimdeki salıncakların üzerinde oturuyormuşuz gibi üç boyutlu bir efekt vermesi bence harikaydı.Resmin önünde fotoğraf çektirdikten sonra Emir"de fotoğrafa bakıp şaşkın bir ifadeyle gülümsedi.
Kendisine has çizgisi olan sanatçıları takdir etmek ve yaptığı eserlere her zaman destek vermek gerektiğine inanıyorum. Kelsey; duvar resimlerinde sadece erkeklerin başarılı olabileceği düşüncesini kırmak ve bu alanda bir bayanın da ne kadar başarılı olabileceğini  göstermek istiyor. Kendi yaptığı eserleri ise "yaşayan Sanat Eserleri" olarak adlandırıyor.
Bence bu eser de yaşayan bir sanat eseri olmaya aday ne dersiniz?  Kelsey”in bir sonraki eserini merakla bekliyor olacağım. 
 

ÇEKİM YASASI

       Hislerimiz, isteklerimizin tam olarak ne olduğunu anlamamız konusunda bize verilmiş bir armağandır. Duygu ve düşüncelerimizi pozitife çevirebilmek kendimiz için yapabileceğimiz en önemli eylemlerden biridir çünkü İyi şeyler düşünürken kendimizi kötü hissetmemiz mümkün değildir. Bunu gerçekten ister ve başarırsak hayatımızda en önemli engellerinden birini aşmış oluruz. O halde düşüncelerimizi her zaman nasıl olumlu hale getireceğiz?
     Bizi yöneten beynimizin sağ ve sol tarafı tamamen birbirinden bağımsızdır.Sol taraf geçmiş ve gelecekle ilgilidir, geçmişte öğrendiklerimizi geleceğe bağlar, yapmamız gerekenleri ve hafızamızı yönetir, mantıksaldır.Beynimizin sağ tarafı ile baş baş kalırsak düşler ülkesinde gibi oluruz, hayallerle ve mantıktan uzak. Sağ ve sol tarafı birlikte kullandığımızda geçmişi sorgularken geleceğimiz için de planlar içinde olmaya başlarız.Zaten hepimizin yaptığını da genellikle budur.
     Gelecekle ilgili hayallerimizi gerçeğe dönüştürebilmemiz düşünce gücü ile mümkündür.Biz bu güce ‘çekim yasası’ diyoruz.Hemen hemen herkes bu yasanın varlığını biliyor fakat inanmakta zorluk çekiyor.Anlatılanlarla inanmak güç bile olsa, bu yasa tıpkı yerçekimi yasası kadar gerçek.
      Hiç birini düşünürken sizi aradığı ya da o anda karşınıza çıktığı oldu mu ? Ya da çok istediğiniz birşeyin aniden olduğu ve “Tam da bunu istiyordum, çok şükür oldu” dediğiniz?
      Sürekli şikayet ettiğimiz ya da korktuğumuz şey başımıza geldiğinde, “Aklıma gelen başıma geldi”deriz.Çünkü olumsuz düşüncelerimiz ve evrene yolladığımız titreşimlerle onu biz çağırıyoruz.
     Evrende herşey enerji ile oluşur. Siz de bir enerjisiniz, düşündükleriniz ve istediklerinizle titreşim yayıyorsunuz.Ulaşmak istediğiniz şeylerde aslında birer titreşimdir ve siz istediğiniz şeyi düşünüp olacağına gerçekten inandığınızda o frekansa ait titreşimi evrene gönderip, onu mıknatıs gibi kendinize çekerek oluşumu başlatmış oluyorsunuz.
       Enerjimizi kendimiz yönetiriz.Çünkü frekansı yaratan unsurlar duygu ve düşüncelerimizdir.Hiçkimse bizim yerimize düşünüp hisssedemeyeceği gibi bizim yerimize de bir frekans oluşturamaz.
      Kendimizi mutlu hissetmek: sevgi, saygı ve hoşgörünün hayatımıza hakim olmasıdır.Mutsuz ve kızgın hissettiğimiz zaman kötü enerji bulutları çevremizi sarar, vücudumuzdaki enerji tükenir, nefes bile rahat alamadığımızı düşünürüz.Böylece kendimizi mutsuz ve yorgun hissederiz.İnsan bir kere negatif enerji durumuna geldiğinde yaşamının her alanında olumsuzluğu üzerine çeker. Enerjimizi pozitife ya da negatife çevirmek bizim elimizdedir.Pozitif enerjimiz, hayatımızda olmasını istediğimiz şeyler için çekim gücü meydana getirir.Eğer bir şey hakkında çok olumsuz düşündüğünüzü farkederseniz, düşüncenizi hemen olumluya çevirmeye çalışmalısınız. Mesela “Kilo almaktan korkuyorum” ya da “ kilo alacağım” dediğinizde evren onu “kilo al” olarak algılıyor. Bunun yerine “Zayıf olacağım” gibi olumlu bir cümle söyleyebilirsiniz. Aynı şekilde; “Ya hasta olup toplantıya gidemezsem” cümlesi yerine “sağlıklı olacağım ve toplantıya gideceğim” gibi konuşmamızı  olumlu hale getirerek evrene pozitif frekans gönderebiliriz.

      Eğitimimi  tamamlamadan önce bu söylemlere ben de inanmazdım. Fakat geçmişi baktığımda ne kadar da çok tesadüfi olduğunu düşündüğüm şeyler yaşamışım diyorum. Bir örnek verecek olursam ; bundan iki sene öncesine kadar ne hasta ne de hasta yakını olarak hiç ambulansa binmemiştim.Her ambulans gördüğümde içim sıkılır ve  “ya oğluma birşey olursa , ya binmek zorunda kalırsak” diyip kendi kendime felaket senaryoları canlandırıyordum. Bir yaz ada da iken oğlumun kafasını yarıldı!  O dakikalarda herşey gözümün önünden film şeridi gibi geçti. Kendimden geçmiştim ve deniz ambulansı ile İstanbul’a  gittik. Aradan günler geçtikten sonra “korktuğum başıma geldi, ilk ambulansa binişim oğlum için öldü” diye düşünmeye başlamıştım. Tabii henüz çekim yasası ile tanışmamış olduğumdan bu sadece basit bir düşünce idi. Çevremdeki insanlar “nazar değdi çocuğa” diye yorumlar yapıyordu. Ben asla nazara inanmam! Nazar dediğiniz şey sadece olmasından korktuğunuz için fazlasıyla kendi üzerinize çektiğiniz kötü enerji, buna inanın. Bu, benim yaşamımdan sadece bir örnek.  Farkında olmadan yaşadığımız nice küçük örnekler var.
Şimdi olmasından korktuğum şeyleri olmayacakmış gibi reddedip olumlu düşüncelere çeviriyorum, üzücü bir olay yaşadığımda çok fazla dile getirip üzerinde durmamaya çalışıyorum. Gerçekten olumlu düşünerek, hayatımı daha pozitif hale getirdiğime şahit oldukça, sizlere bu yasadan bahsetmek benim için daha da onemli hale geldi. “Hayat paylaştıkça güzel” sloganı benim için çok anlamlı. Paylaştıkça hayatın güzellliklerinin çoğalması dileğiyle.